Bir gün sadece bu yazıda okuduklarınızı düşünerek bakın etrafınızda. Ancak o zaman hak verebilirsiniz yazılan saçmalıklara. Ne mi o saçmalıklar? Doyumsuz sapkınlığın insanlara rahatsızlık vermiyor olması. Herkese değil tabiki. Aslında madur olanlar ve onlara hak verenler dışındaki herkese. Azınlığı saymazsak herkese evet.

İnsan yaratıldı ve içine nefis veya şeytan denen  fısıltı konuldu. Peki.
İnsan yaratıldı ve içine libido denen bir istek konuldu. Peki.
Erkekler güçlü pratik zekalı, kadınlar narin duygusal derin düşünceli yaratıldı.
Size sizi anlatmayacağım. Ne olduğumuzu biliyoruz zaten. Sapkınız.

Dışarıdan bir güvenlik kamerası gibi insanlara bakın. Erkeklere. Kadınlara bakmanızı istemeyeceğim çünkü bahsi geçen erkekler o işi sizin için yapıyor olacak. İlginç kısmı ise herkese karşı yapıyor olmaları. Seksi bir kız olması ile normal bir kadın olması arasında bir fark da yok, açık giyinmesi ile kapalı giyinmesi arasında da. Önünden geçmesi yeterli ona orospu damgası vurması için. Gözler kalçalarda durur bir süre. Sonra yanındakine bakıp gülebilir. Bir şeyler söyleyebilir. Onlar ayrı boyut tabiki.

Medeni bir toplumuz. Kadın ve erkekler her ortamda birlikte hareket edebilir. Mesela dolmuşlara metrolara binebilirler birlikte. Hele ki tıklım tıklım dolu olanlara. Kadınlar aptal varlıklar nasılsa. Tek beyni olanlar erkek. Arkadan itiyorlarmış gibi. Yada dolmuşun sallanmasına karşı koyamıyormuş gibi. Ne farkeder ki? Sesini çıkartırsa orospu diyeceksiniz diye susacak olan bir kadın var önünde. Tatmin et kendini.

Patron musun? Al çalışanı odana. Ona iş hakkında bir şeyler anlat. Beden dilini kullanmayı unutma. Beden dilin önemli.
Paralı olmak zorunda da değilsin. Sokakta kahvenin önünde yada kaldırımda oturuyor olabilirsin. Seninde önünden yüzlerce kalça geçecek. Kadın değil. Sadece kalça. Sallanan iki ayrı et parçası. Islık çalabilirsin yada garip sesler çıkartabilirsin. Beğendiğini belli et. Hoşuna gider belki.

Saymalı mıyım daha fazla rezillikleri? Kimsenin kıçı başı umrumda değil. Feminist de değilim homoda. Bende kadınlardan hoşlanıyorum bende bir erkeğim. Kız arkadaşımla yolda yürüyemiyorum. Neden mi? Sizin yüzünüzden. Anne lafı geçtiğinde ölene kadar kavga etmeye hazırsınız. Her kadın annedir. Her kadın anne olma yolundadır. Her kadın sadece kadın olduğu için annedir. Sapıksınız. Cinsel isteklerinize engel olamayan sapıklarsınız. İnsanları rahatsız etmeyin. Bedeninize gözünüze dilinize sahip çıkın. Ananıza yapılınca kıyamet koparıyorsanız başka analara yapmayın. 14 yaşında da olsa. 30 yaşında da olsa. Hepsinin babası var. Abisi var. Belki sevgilisi var. Kendinize hakim olun. Artık sapık olmayın.

Bu sabah. Dolmuşta kadına yaslanan bir adama yaklaşıp az geri dur birader ayıp değil mi dedim diye üzerime çıktı neredeyse adam. Kavga etmeye yemedi ha. Cüssem var evelallah. Zaten dövecek degildim adamı. Söyledim usulca dinlemedi. Ben öyle bir şey yapmam havalarına girdi. Bende ses tonumu yükselttim. Oda yükseltti ama haklı olan bendim. Çevrede adama bakışlarıyla baskı kurunca kaçar adım indi adam dolmuştan. Gördüğünüz yerde rezil edin. Toplumdaysanız korkmadan uyarın. Karşı çıkarsa mevzuyu topluma duyuracak şekilde tekrarlayın. Halk daima sizinle olacak. Bu sapıkları azaltabildigimiz kadar azaltalim. Kimse ona dayadım buna yasladım diye dolanmasın bu ülkede. Yapan dışlansın ki millet bunu başarı sanıp insanları rahatsız etmesin. Kadınlar da özgürce yaşayabilsin. Teşekkürler.

Bir gün sohbetin sohbeti açması sonucunda rastladık bu konuya. Eş cinsellik çoğu dinlerde hatta çoğu ülkede de kanun olarak yasaklanmış. Ama insanların doğuştan geldiğini yani bir seçim hakkı olmadan arzularının ve zevklerinin o yönde belirginleştiğini savunduğu yani ellerinde olmayan bu durumun, yargılanabilir olması saçma olarak değerlendiriliyor. Evet olaylar süslü cümlelerle insanların "Tamam tamam öyledir." diyeceği kıvamda sunulunca lezzet ustası seçilmek kolay. Peki işin altyapısında ne var?

Eş cinsellik doğuştan mı gelir?

Tartışmanın boyutu artınca bilgi sahibi olma isteği artıyor insanda. İşin doğrusu öğrenip sunmak istiyor. Uzun uzun araştırdım. Farklı bilim insanlarının videolarını izleyip makalelerini okudum. Direk sonuç olarak sunmak gerekirse 2 tip sonuç var. Bir tanesi erkeklerin her doğumda %3 %5 oranında eş cinselliğe yaklaştığına yönelik ama bilimsel olarak eş cinselliğin doğuştan geldiği kanıtlanamamıştır. Bir diğer sonuç ise psikolologlar tarafından tutarlı şekilde desteklenmekte. İnsanlar yasak olan şeye her zaman ilgi duyar. Ve normal ilişki helal kılındığı gibi diğer türlü ilişkiler yasaklanmıştır. İnsanlar birkaç kez denemeleri sonucunda yasak olana ilgisi artmış ve kendini ondan zevk alan, normalindense hoşlanmayan olarak koşullamışlardır. Yani eş cinsellik psikolojiktir. Doğuştan gelmez.

Böyle olduğunu iddia eden çocuklar?

Çocuk yaşta böyle olduğunu iddia edenler var. Hiçbir deneyim sahibi olmasada tercihim bu yönde diyor. Buna karşı savunma ise hollywood etkisi. Televizyonlarda filmler, dizilerde gösterilen sahneler ve psikolojik pornografinin etkisi. Pikaçuya özenip atlayan çocuk doğuştan uçma iç güdüsü içinde miydi? Hem cinsinden hoşlandığını iddia eden çocukta doğuştan böyle bir iç güdü ile doğmamıştır.

Sonuç

Eş cinsellik insanın kendi kendini koşullaması sonucu olan bir durumdur. Kalıtsal değildir. Doğuştan gelmez. Araf Suresinde "Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz.Doğrusu siz,
ölçüyü aşan(azgın)bir kavimsiniz." buyruluyor.

Burada bu konuyu işlemekten hatta araştırmaktan dahi hoşnut değilim. Doğrusunu bilip doğrusunu konuşalım. Kulaktan dolma bilgiler yüzünden bu dine yeterince çamur atıldı. Birkaç insanı olumlu düşündürdüysem ne mutlu bana.

Kalın sağlıcakla..

Konuşması geçince büyük tartışmalara yol açan bir konudur aslında bu. Biri tanrı kelimesini kullanınca tanrı deme Allah de diye cıkışanlar olur. Bir grup ikisinin de aynı anlamda olduğunu savunur. Bir grup Allah arapçadır Türkçe karşılığı tanrıdır der. Ben her tartışmaya girip satırlarca yazmaktan bıktım. Bir kerede blogumda anlatıp gerektiği yerlere link bırakıcam artık.

Tanrı, Allah ile aynı şeyi ifade ediyor görüşünü savunanlar. Bir putperest için put nedir? Tanrısıdır.  Güneşe tapan bir adam için güneş nedir? Tanrısıdır. Ata tapan birisi için at nedir? Tanrısıdır. Evet bana ve diğer inananlara görede Allah tanrıdır ve tek tanrıdır. Bu demek değil ki Allah yerine tanrı kelimesini kullanalım. Sen tanrı ifadesini kullanarak ve Allah'ı kastederek bir şey söylersin. Bunu gören bir putperest tanrı olarak putunu düşünerek yorumlar. Oldu mu? Olmadı.

Bir de kelime haznesi 'Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğü' olanlar var. Neymiş efendim Allah arapçaymışta tanrı onun türkçesiymiş. Benim adım arapçada Yusuf. Türkiyede de bana Yusuf diyorlar. İngilizler bana Joseph mi desin? Mısırlılar Yuzarsif mi diyecek bana. Yapmayın etmeyin. Bana bağnaz yobaz geri kafali deyin. Allah bir özel isimdir. Degiştirmeyin. 99 tane birbirinden güzel isim varken tanrı yaratıcı gibi farklı görüştekilere farklı anlam içeren kelimeler kullanmaya ne gerek var?

Haydi kalın sağlıcakla..
Okul hayatının kritik seçimlerinden biride alan seçimidir. Sayısal yada sözel misiniz? Yoksa eşit ağırlık mı? Lisedeki eğitiminiz ve -okul tabanlı ilerlerseniz- mesleğiniz yapacağınız bu seçime göre belirleniyor. Sayısalı seçen 3 tip insan vardır. Rehber öğretmenlerin sürekli söylediği tipler. Sayısalı sevip başaranlar, sevdiği meslek sayısal diye zorlayanlar, ailesinden baskı yiyip zorla okutulanlar. Burası ayrı bir konu. Anlatmak istediğim sözeli yada eşit ağırlığı seçen tipler.

Öncelikle bu yazıyı okuyan eşit ağırlık veya sözel alanını seçenlerden mutlaka karşı çıkanlar olacaktır. Bu karşı çıkmaları minimuma indirmek için detaylıca gireceğim konuya. Sayısal olmayan alanlarda seçilebilecek meslekler bellidir. Hukuktur, psikolojidir, öğretmenliktir. Bu yazımda çocukluktan beri mesleki hayalleri bunlardan biri olan insanları kastetmiyorum. Alan seçme zamanı geldiğinde karar veren insanlardan bahsediyorum. Onlar. Sözele yeteneği olanlar değil. Sayısalda yeteneği olmayanlar. Yani hayalleri hiçbir zaman hukuk yada öğretmenlik olmadığı halde ben matematiği öyle böyle yaparım, fizikte kötüyüm, kimyayı anlamıyorum ama biyolojiyi ezberlerim diye düşünüp sayısalda başarısız olacağına kanaat getirerek sözeli seçen kişiler.

Bu durumda şöyle bir düşünce öne sunuyorum. Sözel alanını seçenlerin belli bir kesimi alternatifsizlikten bu bölümü seçiyor. Sayısal alanını başaramadığı için sözele yöneliyor. Ama hayali hukuk olup sözeli başaramadığı için sayısala yönelen kimse yok. Buradan ilerlersem sayısal insanları öve öve bitiririm yazımı. Sözellik, sözel yeteneğe göre belirlenmiyor. Ezber yeteneğine göre belirliyor. Hiç kimse iyi ezber yapabiliyor diye bu ülkede suçlu yargılamamalı veya insanları yönlendirmemeli. Üniversitede meslek üzerinden mülakata alınmak belki yeterince eleyicidir ama başarılı olmayacağını bile bile bir bölüme girip zar zor bitirmek fazlasıyla saçma.

Çocukluk hayalim bilim adamı olmaktı. Bir şeyler üzerine mantık kurup açıklamayı hep çok sevdim. Bu yüzden fonksiyonlarla çalışan bilgisayar dillerine ilgim yüksek oldu. Yazılım mühendisliği okumak istiyorum. Yapacağım tek şey bir şeyleri kurgulayıp kodlara dökmek. Uğraştığım şey atom spekturumları. Ziya Paşa'nın yazdıkları. Hadi ben sayısal bölümünde başarılı oldum diyelim. Başarılı olamayıp sözeli seçseydim. Kazansaydım birde hukuk bölümünü. İnsanlarla konuşmayı sevmeyen biri olarak konuşma odaklı bir meslek seçmek ne kadar doğru olurdu? Hukuk bölümü değilde öğretmenlik mi kazansaydım? Hangi bölümde yapıma uygun hareket edebilirim? YAZILIM. Neden okuyamıyorum? Kimya'da iyi değilim. Biyolojik şeyleri ezberlemek işime gelmiyor. İşime yarayacak iki ders var. Matematik ve fizik. O zaman neden sadece matematik ve fizik işleyebileceğim bir bölüm yok. Birde sadece bu derslerin olduğu bir bölümün olmamasına karşı sadece bu derslerle yerleşebildiğimiz bölümler var. Harbi kusursuz düzen.

Ben daha ergenlik bıyığım çıkmadan önce başladım kodlarla uğraşmaya. Lise 3 öğrencisiyim ve yazılım konusunda biraz biraz bilgi sahibiyim. Birde bir kız var. Hayatını sadece derslerine adamış. Arka sokaklar diye bir dizinin, Twitter diye bir platformun varlığından habersiz neredeyse. O gidiyor Türkiye'nin en iyi yazılım bölümüne ben gidiyorum iki oda bi salon bir üniversiteye. Neden? Çünkü o edebiyat dersini dil ve anlatım dersini yalamış yutmuş. Bense blogumda yazdığım yazıda onlarca noktalama hatası yaptım. Neden? Çünkü o elektronun nereye yerleşeceğini, yaprağın nasıl hava alacağını daha iyi ezberlerdi ben e ticaret sitesi yazarken. Şimdi ise ben isteksizce bir bölüm okuyorum. Oda HTML'de etiketleri ezberliyor. Ben bildiğim onca şeyi üniversiteye artılı olarak girmek için kullanamayıp gömüyorum. O benim 6 yıl önce öğrendiklerimi öğreniyor. Whatsapp durumumu fuck the system diye mi değiştireyim ben şimdi?

Konu sözellerin sayısal başarısızlığından dolayı sözel seçmelerinden çıkıp mesleki başarısı olanların ders başarısızlığından dolayı farklı bir meslek seçme zorunda kalmasına döndü. Pek akıcı bir yazıda olmadı. Çünkü gidip oksijensiz solunum yapan hücrede gerçekleşen bir şeyleri ezberlemem lazım. İçimi döktüm yine. Hadi eyvallah.

Gerekli mi?


Telefonlara sağdan fiyat yönünden vuruluyorsa soldan gereklilik yönünden vuruluyor. Bu telefonlar gerekli mi? Bir üst modelleri gerekli mi? Bu konuyu şu şekilde düşünelim. 10 yaşındaki bir çocuğa ailesi ulaşmak için telefon alıyorsa bir üst modelini bırakın akıllı telefon bile gerekli değil. Çünkü tahmin edebileceğiniz gibi bu cihazın büyük bir kullanım amacı oyun olacaktır. Ama yetişkin bir birey için düşünürsek evet gerekli. Sadece konuşma bazında bakacak olursak şuan ilk çıkan dokunmatik telefonları kullanan arkadaşlarım rehbere, tıkladıktan 30 saniye kadar sonra ulaşıyor. O şekilde telefonun akılsızını almak tabi ki daha mantıklı. Ama mesajlaşma bazında hem daha pratik hem de daha uygun çözümler sunuyor. Mesela bir işyeri sahibinin Whatsapp tarzı bir program ne kadar işine yarıyor düşünün. Yaptıracağı ürünün ürün kodunu bir kağıda yazıp onu faks çekmek yerine resmini çekip gönderebiliyor, montajını yaptırdığı ürünün resmini hemen alıyor gibi gibi. Sadece görüntü gönderme olarak da düşünmeyin. Ülkemizde belki aşırı yaygın değil belki ama genelde herkes mail adresini düzenli olarak kontrol ediyor. Bunun bir bilgisayarda yapılması ne kadar zor şöyle anlatayım. Masanızda oturmuş işinizi yapıyorsunuz ve bir mail gelmesini bekliyorsunuz. Saat başı yaptığınız şeyi durdurup maillere girmek zorundasınız. Ama akıllı telefonunuz mail geldiği anda size bildirim gönderiyor. He olay 2 dakikalık mail kontrolü ve resim gönderme kolaylığı mı? Tabi ki değil.  İnternete girip rahatça bir şeyler arayabiliyorsunuz, istediğiniz kadar not tutabiliyorsunuz, bir çeviri aletiniz var. Bunlar sadece her insanın yaptığı şeyler. Telefonlar yaygın değilken Facebook kullananlar bilir bildirimlere bakmak için günde kaç kez giriş yaptıklarını..

Daha fazla uzatmaya gerek yok kendimi televizyondaki replika telefon satıcıları gibi hissetmeye başladım. Yok efendim radyosu var ekranı dokunmatik ve en önemlisi bunda Android var şuan hiçbir İPhone’da rastlayamazsınız falan. Gördüğünüz gibi öyle böyle bu alet sizin hayatınızı kolaylaştırıyor. Daha pratik işlem yapabilmenizi sağlıyor. Yalandan yere toplumu analoğa teşvik etmenin manası yok.


Pahalı mı?


Evet şimdi diğer bir konumuz bu cihazlar haddinden fazla mı pahalı? Olayı teknolojik açıdan değerlendirmeyeceğim. Yani 2K ekranın maliyeti budur 3000 mAh bataryanınki budur çok kar ediyorlar veya işte yurtdışında bu kadar devlet çok vergi kesiyor falan orasını köşe yazarları halleder. Ben sadece bütçesine göre yüksek telefon alıyor diyenler için düşüncemi sunacağım. Benim aklıma ilk olarak kıyaslama bakımından ayakkabılar geliyor. ‘Hiç ayakkabıyla telefon bir olur mu?’ değil mi?

Günlük olarak giymek için alacağınız bir ayakkabı 70 TL ile 250 TL arasındadır. Daha azı daha çoğu bunun hesabını yapmayın. Bir erkek için düşünürsek bir adet klasik ayakkabı 150 – 200 TL, bir adette bot 100 – 200 TL. Bunlar sadece temelde alınan ayakkabılar. Bunun yanına çizmesi kramponu farklı renkleri falan koyarsanız fiyatında ne kadar çıktığını göreceksiniz. Peki, bu ayakkabının görevleri ne? Sıcak tutuyor ve yere temas ettirmiyor. Hepsi bu. Şimdi siz yukarıda anlattığım gibi birçok yönü ile işinize yarayan bir alete 1000 – 1500 TL’yi çok görüp 6-7 çeşit ayakkabıya 1000 TL verirseniz iş biraz dengesizleşir. Amacım ayakkabıya verilen parayı eleştirmek değildi. Bayanların bir yılda çanta için harcadığı parayı düşünün. Farklı bir çanta almanın tek amacı kombin. Hal bu iken gelip aman telefona çok para harcanıyor akıllı telefonlar gereksiz ve pahalı öyle böyle demeyin.

Eğer olması gerektiği gibi temel ihtiyaçları kenara ayırıyorsa insan, istediği telefonu alsın. Ama sırf altısını almak için yemekten kısıp altınızı bağlamanın da hiçbir savunulacak yanı yok.


Kalın sağlıcakla..